Bir Sarhoşun Öpücükleri


Bir sarhoşun öpücüklerinde saklı
Binbir sözcük
Binbir serzeniş
Binbir iltifat

Bir sarhoşun bakışında saklı
Tüm duygular:
Neşe, mutluluk,
Hüzün ve umut

Bir sarhoşun öpücüklerinde saklı
Her türden sevgi
Her türden ayrılık
İkisi de yanyana

Bir sarhoşun öpücüklerinde saklı
Geçici bir mutluluk
Sonsuz bir aşk
Havada hep asılı kalan

Bir sarhoşun öpücükleri hatırlatıyor
Bugünü yaşamayı
Daha fazlasını beklememeyi
Ve Yarına dek unutmayı...

  • Digg
  • Del.icio.us
  • StumbleUpon
  • Reddit
  • RSS
Read Comments

Sandalet Bağlama Sanatı


Sandalet bağlamak ince iş
O upuzun ipi
Öyle bir dolayacaksın ki bileğine
Aşığın sevgilisini sarması gibi
Ne çok sıkacaksın
Bilek acıyacak
Ne gevşek bırakacaksın
Bilek yalnız hissedecek

Şekil vereceksin iplere sararken
Öyle rastgele sarmayacaksın
İpleri ihtimamla dolayacaksın
Sevgiliye verilen önem gibi


Son düğümü ise
Öyle bir atacaksın ki
Hiç kopmayacak o bağ
Bıraksan sonsuza dek duracak
Tıpkı sevgiliye atılan demir gibi
Sapasağlam kalacak.

Sana ne kadar teşekkür etsem azdır
Bana sandalet bağlamasını
Bu kadar güzel öğrettiğin için...

  • Digg
  • Del.icio.us
  • StumbleUpon
  • Reddit
  • RSS
Read Comments

Dalgalı Deniz



Neden bilmiyorum
ilerliyorum göre göre
Koca koca dalgaları

Neden bilmiyorum
Şaşırıyorum bile bile
Bir anda vurunca dalgaları

Bir ara duruluyor
Hoşuma gidiyor
Deniz hafifçe bedenimi sarıyor
Ne güzelmiş diyorum

Sonra bir dalga vuruyor
Kıyıya savruluyor,
Neye uğradığımı şaşırıyorum

Yoruldum dalgalarla güreşmekten
Sıkıldım bu değişken denizden
Artık sakin kumsallara yol alıyorum...

  • Digg
  • Del.icio.us
  • StumbleUpon
  • Reddit
  • RSS
Read Comments

Med cezir


Bu deniz bana göre değil sanırım
İlk bakışta çok hoşuma gitmişti
Uzaktan eğlenceli gelmişti
Hoş bir oyun gibi gelmişti

Ama içine girince fark ettim
Bu med cezir şakaya gelmezmiş
Öldürücü bir hileymiş
Gerçekten tehlikeliymiş

Kedi-fare gibi benimle oynadı
Tam daldım derken beni ayazda bıraktı
Üşüdüm ıslak ıslak kalınca oracıkta

Sonra bir anda saldırdı
Dalgalarıyla etrafımı sardı
Dibe vurdum, boğularak öldüm oracıkta...

  • Digg
  • Del.icio.us
  • StumbleUpon
  • Reddit
  • RSS
Read Comments

Soysuzlardan Soylu İntikamlar

Bu aralar özellikle çok merak ettiğim film "Soysuzlar Çetesi" idi. Bu film hakkında o kadar çok şey okumuş ve duymuştum ki, merak etmemek elimde değildi. Özellikle yapımın bu kadar iddialı bir kadrosu olunca.




Tarantino'nun filmlerinin büyük hayranı olduğumu rahatlıkla söyleyebilirim. Bu yüzden filmden beklentilerim epey yüksekti. Bununla beraber, filmin yüksek beklentilerimi doyuramayabileceği endişesi de hakimdi. Özellikle film hakkında birkaç kötü yorum alınca şaşırmadım desem yalan olur. Bir de büyük yönetmenler tarafından özel tutulan ve üzerinde yıllarca çalışılan filmlerin çoğunun fos çıktığı ön yargısı da cabası. Her şeye rağmen, salona büyük bir heyecan ve merakla girdim. Ne olursa olsun iyi vakit geçireceğimden emindim. Sonuçta bu bir Tarantino'ydu, ne kadar kötü olabilirdi ki...



Film bittikten sonra üzerimde bıraktığı etki iyi değildi. HARİKULADEYDİ. Tamı tamına beklediği ve umduğum filmdi. Film ne kadar tipik bir Tarantino olmasa da, onun elinden çıktığı barizdi. Müzikler, espri anlayışı, kamera hareketleri, planlar, detaylara gösterilen özen, göndermeler... Her yolla, Tarantino yine imzasını bırakmıştı.



Filmde en çok hoşuma giden sahne çetenin İtalyan kılığıydı. İnce espriler tam on ikiden vuruyordu. Genel olarak dil ve aksanlar üzerine yoğunlaşan film esprilerde de bu çizgiden gitmiş. Üç dilde gidip gelen filmin bu şekilde seyirci üzerinde büyük bir inandırıcılık yarattığına inanıyorum.



Filmin sonunda içimden Brad Pitt'i ayakta alkışlamak geldi. Güneyli aksanıyla yarattığı tipleme en sevdiğim kurgusal karakterlerden biri olarak yerini almış durumda. Ancak, Brad Pitt'in oyunculuğunun zirvesine ulaşmış olmasından kaynaklanan bir düşüş sorunu olduğunu seziyorum. Benzer karakterler canlandırarak kendini daha fazla geliştirmediğini, bu yüzden de seyircinin beklentisini yeterince doyuramadığını düşürüyorum.



Filmin bölüm bölüm ayrılarak adeta kitap okurcasına izlenmesini de ayrı bir Tarantino imzası olarak fark ettim. Filmin izleyicisini alıp götürmesinden ziyade varlığını arada bir de olsa hatırlatmasından yana olanlardan olduğum için Tarantino filmlerinin bu özelliğini seviyorum.



Filmde tek hoşuma gitmeyen şey sanırım şiddet sahnelerinin özellikle yakın plan olanlarıydı çünkü o detayların gereksiz olduğunu ve bu filme yakışmadığını düşünüyorum. Şiddet konusunda bir şey daha: Bazı esprilerin şiddet üzerinden gitmesi ve son derece gülünçleştirmesi fikrimce takdire şayan ve eğlenceliydi.



Filmin en yüksek noktası ise çok vurucuydu ve tüyler ürperticiydi. İzlerken gözbebeklerimin büyüdüğünü hissettim diyebilirim. Sonu da tipik bir Tarantino sonu olarak değerlendirmeme rağmen yüzümüze son bir gülücük kondurarak salondan sırıtarak çıkmamıza neden olan her son gibi bu sondan da hoşnut kaldım.



Sonuç olarak filmden karnı tok bir seyirci olarak yüzümde bir gülümsemeyle ayrıldım. Gerçek dünyaya adım attığım ilk yirmi dakika süreyi filmden hatırladığım en beğendiğim sahneleri kafamda tekrar canlandırmakla, zaman zaman gülmekle geçrdim. Uzun lafın kısası iyi bir filmin üzerimde yarattığı bütün etkileri tek tek yaşadım. Tarantino'nun en iyi filmini izlediğime inanıyorum.

  • Digg
  • Del.icio.us
  • StumbleUpon
  • Reddit
  • RSS
Read Comments

Sıfat + İsim


Senle ben sıfat ve isimiz
Bağımız kopmamalı
Sen bensiz sığ bir denizsin
Bense dipsiz bir uzay
Sen artı ben gerekli
Koca bir okyanus yaratmaya

******


Ama
Her sıfat her isme uymaz
Sığ bir denize derin sıfatı yakışmaz...

  • Digg
  • Del.icio.us
  • StumbleUpon
  • Reddit
  • RSS
Read Comments

Hayatı Fark Etmek

Yalnızca br akşamüstüydü. Herhangi bir akşamüstü. Tek bir akşamüstünün bir insanın hayatını kolaylıkla değiştirebileceğini düşünmek zor, ama oluyor işte. Dediğim gibi, herhangi bir akşamüstüydü; yani her gün bilinmezlikten gözlediğim kız okuldan eve dönüyordu. O gün hava çok güzeldi; bu yüzden son anda otobüse binmekten vaz geçip yürümeye karar verdi. Son anda verilen kararlar beni çoğu zaman ister istemez korkutur, çünkü onca hikaye anlattıktan sonra anlarsınız ki son anda alınan kararlar çoğu zaman kötü sonla biter.
Hikayemizdeki kız güneş gözlüğünü çıkartıp gözüne taktı, müzik çalarını çıkarıp kulaklıklarını kulağına taktı, sakızını çıkarıp ağzına attı ve güneşin sıcaklığını teninde hissederek gülümsedi, bunun öneminin farkına bile varmadan, yola koyuldu.
Yürürken ayaklarını izledi. Yaz aylarına yaklaşaran sıcak mevsim sonucunda spor ayakkabılarının yerini rahat sandaletler almış, parlak ojeli parmaklarını övercesine sergiliyordu. Müziğin ritmine göre adımlarını ayarladı ve hayal dünyasına kendini kaptırdı. Aklı başka şeyler düşünüyordu. Genç kız şeyleri. Gelip geçici şeyler, ama onu mutlu eden şeyler. Haikaye dünyası normalde gelip geçici şeyleri dünyanın en önemli meseleleri gibi anlatır. Ama ben anlatmayacağım. Bunları es geçeceğim çünkü benim anlatmak istediğim şey insanın hayatında gelip geçici görünen kalıcı şeyler.
Olay şu ki, baş karakterimiz karşıdan karşıya geçerken fren sesleri duydu. Ama önyargılı davranmayın, çünkü ona ne araba çarptı, ne öldü. Yalnızca bir ölüme tanık oldu. Olay yerine koştu ve yerde kanlar içinde yatan bir kız gördü. Onun gibi bir kız. Büyük ihtimalle onun gibi okuldan eve dönen bir kız. Gözlerinde yaşamın son damlasının parladığını ve sonsuza dek söndüğünü gördü. Öldüğünde dudaklarında son dinlediği şarkının izi olan yarı gülümseme hala duruyordu. Yoldan geçenler kendi kendine güldüğünü sanmasın diye kontrol edilmiş bir gülücük.
Ertesi gün uyandığında o gülümsemeyi hatırladı ve her gülümsediğinde gülücüğünü şükranla kucakladı. Aynı evladının varlığına şükreden bir anne gibi. O yürüyüş kararı karakterimin hayatını değiştirdi, çünkü hayatını fark etmesini sağladı.

  • Digg
  • Del.icio.us
  • StumbleUpon
  • Reddit
  • RSS
Read Comments

NYMPHA

Çıt çıkmıyordu ormanda. Bunaltıcı ve rüzgârsız bir yaz günüydü. Sanki birkaç saniyeliğine hayat donmuştu; her şey oldukça hareketsizdi. Çimlerin içinde ağaçların arasında yatan genç kız gibi. Uzun dalgalı koyu kahverengi saçları çimleri kucaklıyordu. Her teli narin ve dokunsan dağılacakmış gibi ince ve yumuşak görünüyordu. Yanaklarındaki elma kızıllığını hala yitirmemiş olan yüzü ise sakindi. Yuvarlak gözkapakları berrak kahverengi gözlerinin üstünü örtüyordu. Uzun ve kıvrık kirpikleri gözünün altına kadar uzanıyordu. Yuvarlak hatlı ve hafif kalkık düzgün burnundaki ufacık delikler çok seyrek nefes alıyordu. Doğuştan gülümseyen dudaklarıysa o an ifadesiz, neredeyse uykuluydu. Krem rengi elbisesi öylesine yayılmıştı vücuduna. Teniyle aynı renk olan elbise onu taşıyan bedenle beraber bayılıvermişti. Öylesine cansız ve hareketsizlerdi, ama her an uyanıcakmış gibi enerji dolu.
Bir anda bir bulutun ormanın üzerinden geçmesiyle beraber ufacık bir rüzgâr esti ormanda ve birkaç kuş cıvıldaşarak sessizliği bozdu. O an sanki ormanın bir parçasıymış gibi kız da canlandı usulca ve kesik kesik nefes aldı birkaç kere ormanla birlikte. Burnu kırıştı hafifçe ve kirpikleri oynayarak kalktı gözkapaklarının ucunda. Birkaç kere daha açılıp kapandı gözleri sonra. Gördüklerini bir şeye benzetememişti sanki. Çevresindeki upuzun ağaçları evinin bahçesini çevreleyen parmaklıklara benzetmişti bir an ya da onun uyanmasını bekleyen insanlara. Ailesindeki herkes bu ağaçlar gibi uzun boylu ve zayıftı.
Yavaş yavaş dirseklerinin üstünde doğrulmaya çalıştı. Ormanın taze ve hafif mentollü o temiz kokusu onu tokatlayarak kendine getirdi ve ona şakaklarındaki geçmeye başlayan keskin acıyı hatırlattı. Acı da ona olanları hatırlattı.
Doğrulacak gücü bulamayıp dirseklerini tekrar uzatarak yattı. Ağaçların tepelerine baktı dalgın dalgın ve tam o sırada siyah bir kuş gölgesi bir ağaçtan öbürüne uçtu. Belki yuvasına dönüyordur komşusundan ya da can sıkıntısından uçuyordur diye düşündü sebepsizce. Sonra hiçbir şey düşünmeden durdu öylece bir süre. Sonsuza kadar böyle kalacakmış gibi geldi bir an. Tam o anda o büyülü dünyanın çok dışından bir ses duyarak irkildi. Sese yönelince biraz ötesinde yayılmış duran ufak uzun askılı çantasını gördü. Ses ondan geliyordu. Uzanıp eline aldı. Kapağını açıp cep telefonunu çıkardı. Telefon deli gibi yanıp sönerek babasının aradığını haykırıyordu ona o çirkin mekanik zil sesiyle. Sese daha fazla dayanamayarak açtı telefonu. Sesini boğazının derinliklerinden bulup çıkararak konuştu. Yemeğe bekleniyordu. Karşı koymadan kapattı telefonu.
Bu sefer hiç zorlanmadan hemen doğruldu. Acısı iyice azalmıştı. İlk kez oluyordu bu ona. Ormanın güzel kokusu, görüntüsü, sesi… Ormanın herhangi bir güzelliği olabilirdi gayet onu bayıltan. Hiç şaşırmazdı. Dünyada en sevdiği kokuydu orman kokusu. Dünyada en sevdiği görüntüydü orman manzarası. Dünyada en sevdiği sesti orman müziği… Ormana her adım attığında kendinden geçecek gibi olurdu. Babası ona “Orman Perisi” diye takılırdı arada. Belki de öyleydi zaten. Ama daha önce orman ona hiç acı vermemişti. Bu acıydı işte onu hayatında ilk defa bu sık ağaçlarla kaplı ormandan ürküten.
Cep telefonunu içine ancak sığdığı çantasına tıktı. Elbisesini düzeltti ve diz üstü çöküp üstüne yapışan çimleri temizledi. Sonra ayağa kalktı ve derin nefes alıp vererek daracık patikadan eve yürümeye başladı.
Evin geniş mutfağındaki kocaman kazanda pişen yemeklerin kokusunu alabiliyordu şimdiden. Düşüncesi karnını guruldatmaya yetti. Halası evde güzel yemek pişiren tek kadın olarak mutfağın patronuydu. Kendisinde de o aşçı ışığını fark eden halası onu da çekirdekten yetiştirme isteğiyle yemek pişirirken hep etrafında olmasını ister ve ona görevler verirdi. Hatta bir keresinde kimselere emanet etmediği mutfağını ona vererek tatlıyı baştan sona ona yaptırmıştı. Hiçbir hata yapmadan kusursuz bir biçimde yapmaya çalışmıştı o da tatlıyı. Halasının yüzünü kara çıkaramazdı ya! Özenle hazırladığı çikolatalı tatlıyı gururla masaya taşıdı. Gerçekten de tatlı biraz kuru olmasının dışında gayet güzeldi. Bol bol övgü alırken halasına ışıldayarak bakmıştı. O da ona göz kırpmıştı.
Şimdi kim bilir o kazanda ne yemekler pişirmişti. Adımlarını sıklaştırdı. Yemek hayatta onu mutlu eden unsurlardan bir tanesiydi. Tüm ailesinin sofrada toplandığı o saat günün en sevdiği vaktiydi. Herkesten önce yerini almış olurdu hep. Sabırsızlıkla beklerdi zeytinyağlıları, salataları, pilavları, daha sonra da meyveleri, tatlıları… Bugün o lanet olasıca acı onu bayıltmasaydı o da masada neşeyle kuzenleriyle muhabbet ediyor olurdu.
Gelirken yürümeye doyamadığı yol şimdi nasıl becerdiyse uzadıkça uzamış, her kıvrımda bitiverecekmiş gibi görünüp daha da uzun bir patikaya açılıyordu. Ama ormanın güzelliğini hiçbir şey bozamazdı. Yol bitmesindi zaten, ne olurdu. Sonsuza kadar yürüsündü bu dar patikada.
Yine durdu. Yemeği düşünmüyordu artık. Kendi etrafında dönmeye başladı. Sebepsiz. Önce yavaş yavaş, sonra gitgide hızlanarak dönüyordu. Etekleri de bu kontrolden çıkmış dönme dolaptan kaçmak isteyen korkak yolcular gibi ellerini kollarını sallıyorlardı.
İnsanların istedikleri gibi öldüklerine dair bir inancı vardı. Kendi nasıl ölmek isterdi acaba? Herhalde sakin bir ölüm onu memnun ederdi. Uyku gibi. Uyuyan Güzel, yok yok, Pamuk Prenses gibi uyumak. Bir prensin onu uyandırmasına da gerek yoktu illa. Öyle sonsuza kadar uyuyabilirdi. Yeter ki sevdiği bir yer olsun.
Bu orman gibi.



* * *



Sanki birkaç saniyeliğine hayat donmuştu; her şey oldukça hareketsizdi. Çimlerin içinde ağaçların arasında yatan genç kız gibi. Bir kuş tek bir kez öttü.

Çıt çıkmıyordu ormanda.

  • Digg
  • Del.icio.us
  • StumbleUpon
  • Reddit
  • RSS
Read Comments

Papatya Falı



PAPATYA FALI

Seviyorum,
Sevmiyorum.
Seviyorum,
Sevmiyorum.

Seviyorum
Onu düşünmeden edemiyorum
Sevmiyorum
Ondan nefret ediyorum

Seviyorum
Hayatımı onunla paylaşmak istiyorum
Sevmiyorum
Beni sonsuza dek terk etmesini istiyorum

Seviyorum
Onsuz bir günümü geçiremiyorum
Sevmiyorum
Onun varlığından tiksiniyorum

Seviyorum
Onu öperek boğmak istiyorum
Sevmiyorum
Onu bir kaşık suda boğmak istiyorum

Seviyroum
Sevmiyorum
Seviyorum
Sevmiyorum

Seviyorum.

Seviyorum?!

  • Digg
  • Del.icio.us
  • StumbleUpon
  • Reddit
  • RSS
Read Comments

Aptal

Aptal
Yine düştün tuzağa
Yine kandın o eski oyuna
Yine kaptırdın kendini bir yalana

Aptal
Yorulmadın mı kırılmaktan
Bıkmadın mı yıkılmaktan
Öylece susup kalmaktan

Aptal
Yetmedi mi oyuncak olman
Yetmedi mi gecelerce ağlaman
Ne zaman akıllanacaksın

Aptal
Anlamıyor musun bu böyle devam edecek
Fark etmiyor musun yaran iyileşmeyecek
Dank etmiyor mu, hayatın böyle geçecek

Aptal
Ağrına da mı gitmiyor aptal yerine konmak
Hoşuna mı gidiyor her defasında yara almak
Aklına mı yatmıyor doğru düzgün sevilmek

Bıkmadın mı aptallıktan
Aptal!

  • Digg
  • Del.icio.us
  • StumbleUpon
  • Reddit
  • RSS
Read Comments

Umutluyum

Şu günlerde hiç olmadığım kadar mutluyum
Hayata karşı daha fazla tutkuluyum
İçimdeki aşk heyecanıyla coşkuluyum
Onu düşündüğümdeyse hep umutluyum

Kalbim göğsümde dans ediyor
Düşüncelerim koşuşuyor
Gözlerim daha çok parlıyor
Sözlerim ise saçmalıyor

Umutluyum, bir dönüm noktasındayım
Umutluyum, daha mutlu olacağım
Umutluyum, çünkü ona aşık oldum
Umutluyum, umutluyum, umutluyum!

  • Digg
  • Del.icio.us
  • StumbleUpon
  • Reddit
  • RSS
Read Comments

Mutlu bir aşk şarkısı

Mutlu bir aşk şarkısı
Yazmak istiyorum bugün
İham perim olmaya
Ne dersin bugün?

Otobüste giderken
Sevdiğim bir kitabı okurken
Günlük işlerimi yaparken
O da nesi!

Arkadaşımı dinlerken
Üzerimi değiştirirken
Müzik dinlerken
O da nesi!

Bir his
Doluyor içime
Tam tarif edemiyorum ama
Galiba...

Mutlu bir aşk şarkısı
Yazmak istiyorum bugün
İlham perim olmaya
Ne dersin bugün?

Ofist e çalışırken
Romantik bir film izlerken
Eve yürüyerek dönerken
O da nesi!

Saçlarımı tararken
Odamı toplarken
Makyajımı yaparken
O da nesi!


....

  • Digg
  • Del.icio.us
  • StumbleUpon
  • Reddit
  • RSS
Read Comments

Boğaz'ın Derin'i



Büyülü şehir
Bugün nasılsın?
Yeni günü parıldayarak
Karşılıyorsun yine bakıyorum

Büyülü şehir
Ne düşünüyorsun
Aklından yine ne
Muzırlık geçiyor?

Penceremin manzarası
Hep sen ol
Beni kucakla her sabah
Al götür uzaklara

Kapımın önü
Hep sen ol
Bırak dalayım her gün
Boğaz'ın derinine

Bırak olayım ben hep
Boğaz'ın Derin'i

  • Digg
  • Del.icio.us
  • StumbleUpon
  • Reddit
  • RSS
Read Comments

Aşk Giremez!




Aşk giremez!
Onun dışındaki her şey
Evinizde gibi hissedin...

Hayır kardeşim aşk giremez bu mülke
Adımını dahi atamaz
Yakınında dahi dolanamaz
Neden diyor!
Söyleyeyim neden
Çünkü ortalığı batırıyor her girdiğinde
Pişman oluyorum içeri aldığımda
Arkasında bir döküntü bırakarak
Mekanımdan her hayrıldığında


Her defasında yeminler ediyorum
İçeri bir daha sokmayacağıma
Tekrar geldiğindeyse
Dayanamayıp affediyorum
Kocaman yuvarlak gözleriyle bakınca
Hadi, bir şans daha veriyorum.

Ama yok,yok!
Dersimi aldım ben
Adam olmaz bu aşk!
Asıyorum bu tabelayı artık kapıma!

Aşk giremez!
Onun dışındaki her şey
Evinizde gibi hissedin!

  • Digg
  • Del.icio.us
  • StumbleUpon
  • Reddit
  • RSS
Read Comments

Benim masum sevgilim

Bir zamanlar ben aşıktım
Kalbim çok kırıldı canım yandı
Ben de unutmaya çalıştım
Ama dayanacak gücüm kalmadı

NAKARAT
Ta ki sen çıkageldin
Dünyam yolundan şaştı
İstediğim her şeydin
Benim masum sevgilim
Sen ve ben birlikteyken
Güneş hiç batmıyor
Ve yıldızlar hiç sönmüyor
Artık çok mutluyum

Sensiz kalırsam yaşayamam
Ben o boşluğa artık dayanamam
O eski kız nerede şimdi
Gözlerim kördü etraf sessizdi

NAKARAT

Seninle tüm dünyayı gezmek
Çılgınca dans etmek
Şarkılar söylemek
Bir ömrü paylaşmak istiyorum
Bu sefer geçici bir şey değil
Gerçek aşk.

Bir zamanlar ben aşıktım
Kalbim çok kırıldı canım yandı

NAKARAT

  • Digg
  • Del.icio.us
  • StumbleUpon
  • Reddit
  • RSS
Read Comments

Şarkı


Adam eski kaldırımda yürüyordu. Nereye veya ne için gidiyordu, hatırlamıyordu, bu yüzden de önemsizdi. Hangi sokakta olduğunu bile unutabilirdi, ta ki bir ses duyana kadar: Çok güzel bir kadın sesi şarkı söylüyordu. Sözleri tam anlayamacağı kadar uzaktan geliyordu ama ses çok yumuşaktı. Sanki derin bir yarayı anlatan bir tabloyu resmeder gibi söylüyordu şarkısını. Tedirgin ellerle boyanan çoğunlukla pastel renklerden oluşan bir tablo. Sokağın ortasında donakaldı ve büyülenmiş bir şekilde kadının güzel sesini dinlerken bir duvara dayandı ve gözlerini kapadı.

Ses dayandığı apartmanın bir veya iki üst katının açık penceresinden geliyordu. Kadının çıplak, saf ve doğal sesi arada kesilse de bu onu daha da melodik ve mükemmel kılıyordu. Yüzünü hayal etmeye çalıştı. Bir Akdeniz kadınıydı; esmer ve buğday tenli. Uzun ve atletikti. Yüz hatları keskin ama yumuşak tonluydu. Gözlerinden sağlıklı parıltılar saçıyordu. Bakışları merhametli ve içtendi. Elleri büyük ve becerikliydi. Şu an bir yemek veya resim veya elişi şaheseri üretiyordu zaten. Dudakları ise ucundan dökülenler gibi acı dolu ama inanılmaz güzellikteydi. Burnu ise uzun bir nehir gibi duru, ışıltılı ve coşkuluydu. Esmer saçları yanık omuzlarına öylece dökülüyordu, zaman zaman muzır bir şekilde sırtını gıdıklıyordu. Üstünde beyaz, ince bir atlet vardı. Altında ise eskimiş, solmuş uzun bir etek. Ayakları ise çıplaktı. Yıllanmış parkete gıcırtılar çıkararak sürünüyorlardı.

Söylediği şarkının derinlerinde bir yerinde bir acı saklamasına rağmen dudakları arada bir gülümsemeye meyilleniyordu. Acı insana tatlıyı da anımsatırdı ne de olsa. Onun acısı da herkes gibi tatlıyla iç içeydi. O derece ki, bir noktadan sonra ikisini birbirinden ayırt edemez olurdun neredeyse. Onunkisi de bir aşk hikayesiydi; başladığı gibi çabuk bitiveren, daha neye uğradığını bile anlayamadan... Bir zaman diliminin içindeyken zaman çok zor geçiyormuş gibi gelir, ama dışına adım attığında ne kadar çabuk geçtiği düşüncesinden başka bir şey gelmez insanın aklına. Ne kadar tuhaf. Birbirlerini sevdikleri günler geride kalmıştı ve şu an ona bu çok uzak tatlı, ve acı, bir rüyadan ibaretmiş gibi geliyordu..

Saçlarını karman çorman bir topuzun içine zorladı ve alnında biriken ufak ter noktacıklarını elinin tersiyle sildi. Elindeki işi bir kenara bıraktı ve saksıdaki sardunyasına su verirken şarkısına da ara verdi. Sardunyasına bakarken gözlerindeki ifade daha da yumuşadı, yanaklarında ise silik birer gamze belirdi. Bebek gibi yapraklarını sevdi, kokladı. Pencere kenarındaki yerine bıraktığı anda gözlerine bir hüzün çöktü. Şarkısına kaldığı yerden devam etmeye başladı, ama bu sefer sözleri söylemedi; sadece melodiyi mırıldandı.

Kendini solmuş tozlu koltuğuna bıraktı ve son aşık olduğu adamın yüz hatlarını gözlerinin önüne getirdi. Dudaklarından düşmeyen melodi tanıştıkları geceyi ifade eden en belirgin semboldü onun için. Ilık bir yaz gecesi esintisi saçlarını okşuyordu ihtimamla. Yandaki odadan onun olduğu yerde çakılı kalmasına neden olacak derecede yumuşak ve büyülü bir müzik duyana kadar onun için normal bir geceydi. Hipnotize olmuşcasına sesi takip etti. Ve oradaydı: Işıltılı koyu kahverengi dağınık saçları gözlerine düşüyordu ve yanağındaki ufak ben ona göz kırpıyordu. Kalın ama narin elleriyle ise okşarcasına bir İspanyol gitarı çalıyordu. Sanki gitarı değil de onu çalıyormuş gibi geldi donakalıp huşu ile onu izlerken. Orda bulunduğundan haberi hem varmış hem yokmuş gibiydi adamın. Başını kaldırıp bakmadı ama sanki içten içe bir anlaşma içindelermiş gibiydi. Gitarının tellerinde son notayı tınlattığı anda badem rengi gözlerini kaldırıp uzun kirpiklerinin ardından onun gözlerine baktı. Bakışın derinliği ölçülemez derecedeydi. Görünmez bir iple bağlanmış gibi bir süre öyle kaldılar, ta ki o karanlık bir perde gibi inen uzun saçlarını önüne düşürerek başını eğene kadar.

Beraber deniz kenarında yürüyorlardı. Fazla konuşmuyorlardı, çünkü gerek duymuyorlardı. Bakışları birbirlerine akıllarından geçen çoğu şeyi ele veriyordu ama ikisi de bundan fazla rahatsız olmuyorlardı. Sonunda ona dokunduğu anda, hissettiği hissi tarif edemezdi; sanki dokunduğu yer patlayacak gibi yanıyordu, ama aynı zamanda teni bu yanığı serinletiyordu. Daha önce hiç böyle hissetmemişti. Bu hislere o kadar yabancıydı ki, ne yapacağını kestiremez olmuştu. Kendini hislerinin götürdüğü yola fırlatmıştı.

Şimdi düşündüğünde, öyle hissetmesi gerektiğini düşündüğü halde, hiç ama hiç pişmanlık hissetmiyordu. O geceye geri dönebilseydi asla bakışlarından, dokunuşundan, müziğinden kaçmazdı; veya aşkından... Şu an düşündüğünde ne kadar acı hissederse hissetsin, o acının onu yoğurup büyüttüğünü biliyordu. Ona duyduğu aşkı hiç hissetmemiş olma düşüncesi ona daha büyük bir acı veriyordu. Hayatına hiç girmeseydi, onun yüzünü hiç görmeseydi, müziğini hiç duymasaydı, hayatını onun varlığından habersiz devam ettirseydi... Düşüncesi bile midesini altüst etmeye yetiyordu.

Uzanıp öpmüştü onu. Hiçbir şey demeden. Yavaşça ve kısaca. Hemen geri çekilip, hiçbir şey değişmemiş gibi yüzüne bakmıştı bir süre sonra ve arkasını dönüp uzaklaşmıştı. Öylesine bir yarım kalmışlık hissi doğmuştu ki içinde, onu yiyip bitirmişti bir hafta boyunca. Onu tekrar görene kadar aklından bir an olsun ayırmamıştı. Daha sonra hemen her gün görüşmeye başladılar. Hiçbir zaman ismi konulmadı ilişkilerinin. Sadece... oldu. Konmasına da gerek yoktu zaten. Birbirlerinin hislerini çok iyi anlıyorlardı. Çok fazla konuşmazlardı birlikteyken. Konuşmak için sözcük gibi basit araçlara ihtiyaçları yoktu çünkü. Onların kendilerine özel çok daha karmaşık bir lisanları vardı, yalnızca kendilerinin bildiği. Aynı gözleri ilk buluştuğunda olduğu gibi doğal gelişiyordu muhabbetleri.




DEVAM EDİYOR

  • Digg
  • Del.icio.us
  • StumbleUpon
  • Reddit
  • RSS
Read Comments

Alacakaranlık


Alacakarnlık'ı ilk kez İngiltere'de okuyan en yakın arkadaşımdan sinemada afişini gördüğümüzde duydum. Ondan yurtdışında bir çılgınlık halini aldığını öğrendim. Bu kadar övgü bende normalde ters tepki yapar ve "trend" olan bir şeyden aksine uzaklaşmaya çalışırım ama nedense yalnızca afişini gördüğüm Alacakaranlık'ta beni kendine çeken bir hava vardı. Daha sonraki günlerde epeyce ilgi çekici bulduğum fragmanını izlediğimde daha da meraklanıp filmi dört gözle beklemeye başladım. Gösterime girdiğinde vakit bulur bulmaz gidip izledim ve sonuç beklentimin de üstündeydi. Belki de Alacakaranlık filmini bu kadar çok sevmemin nedeni kitabı henüz okumamış olmamdı; çünkü pek çok okuyucunun filmden nefret ettiğini öğrendim. Ama romandan uyarlama filmlerde genellikle bu söz konusu olduğundan fazla endişelenmedim. Filme gelecek olursak, çekimleri özellikle çok beğendim. Filmin verdiği gizemli, soğuk ve ürpertici ama aynı zamanda romantik ve zarif havayı sezmemize çok yardımcı olmuş. Çoğu kişinin şikayeti özel efektlerin yetersizliğiydi, ancak ben efektleri tadında ve yeterince özel buldum. Aşırı CGI efektlerden oldum olası haz etmemişimdir zaten. Gerektiği kadarı kullanılmış bence.
Filmin öyküsü ise çok satanlar listesine girmesinden de anladığımız gibi çok başarılı. Bella annesi beysbol oyuncusu yeni eşi ile beraber turneye çıkabilsin diye Forks, Washington'a, babasının yanına taşınır. Burada, onu ilk gördüğünde nefret etmiş gibi davranan sıra arkadaşı gizemli Edward'a karşı bir ilgi duymaya başlar. İlerleyen günlerde Edward da ona ısınır, hatta doğaüstü bir güçle onu ezilmekten kurtarır. Bella da kendini bunu nasıl başardığını öğrenmeye adar ve sonunda öğrenir: Edward ve ailesi bir vampir meclisidir! Bununla beraber aralarındaki karşı konulmaz çekim büyük bir aşka dönüşür ve film boyunca bu yasak aşkın geçirdiği tehlikeleri izleriz.
Film ölümle yaşam arasındaki fark, herşeyi sevdiklerin için riske atmak ve ölümsüz aşk temaları ile birlikte imkansız aşk temasını çok farklı bir boyuttan işlemiş ve başarılı olmuş. Oyuncuların performansı ve elektriği çok iyiydi ve filmin modu tam olması gerektiği gibiydi. Filmi izleyenler için geriye, hala okumadılarsa, kitapları okumaktan başka bir şey kalmıyor.

  • Digg
  • Del.icio.us
  • StumbleUpon
  • Reddit
  • RSS
Read Comments

Aşka geri dönmek


Kız: Yıllarca üstümde hep bir gölge vardı
Başucumdan bulut eksik olmadı
Kimsesizliğe alıştım
Bir türlü geçmişimden ayrılamadım

Erkek: Tüm hayallerimi raflara kaldırdım
N'olur n'olmaz diye onları sakladım
Biraz zaman ayırdım
Hayatımda yeni bir sayfa açtım

Beraber: Geri dönmek istiyorum aşka artık ben
Yaşayamam artık aşka geri dönmeden.

Kız: Ay sönmüş bak, yıldızlar nasıl ışıksız
Arıyorum ama bulmak imkansız
Orda bir yerlerde
Kalbime göre biri var bir yerde

Erkek: Birisi dünyama ışık tutmalı
Tek bir gecemi aydınlatmamalı
Pusula gerek bana
Yardım et kuzeyi bulmama

Beraber: Geri dönmek istiyorum aşka artık ben
Yaşayamam artık aşka geri dönmeden.

İçine akarsan kalbimin
Bu kez bir şeyler değişir mi benim için

Kız: Bazı anlar var ki gerçek mi bilmem
Başkası da böyle hisseder mi bilmem
Bana umut lazım
Pazarlık ise son ihtiyacım

Beraber: Geri dönmek istiyorum aşka artık ben
Yaşayamam artık aşka geri dönmeden.

İçine akarsan kalbimin
Sen bana yardım eder misin
Kalkarsak altından herşeyin
Emin ol herşey değişir ikimiz için

  • Digg
  • Del.icio.us
  • StumbleUpon
  • Reddit
  • RSS
Read Comments

Sindir Hislerini





Bana olan hislerini
Tüküremezsin,
Çok geç

Ya kusacaksın
İçindeki herşeyle beraber,
Canın yanacak.

Ya da yutacaksın,
Bırakacaksın
Vücudun onları sindirecek.

O yüzden,
Bırak için aşkımla dolsun
Aksın damarlarından
Fışkırsın teninden dolu dolu.

  • Digg
  • Del.icio.us
  • StumbleUpon
  • Reddit
  • RSS
Read Comments

ÖNSÖZ


Bazen canım birşeyler yazmak istiyor ama kalemi ve kağıdı elime aldığımda fark ediyorum ki anlatacak hiçbir şeyim yok. Belki de anlatacak kadar yaşamadım. Ya da yaşamayı planlamadım veya yaşayacaklarımı yarıda bırakmadım. Sadece fiziksel anlamda yaşamak yeterli degil yazmak için. Duygusal olarak çok şey yaşamak ve hissetmek gerekiyor bence. Peki duygularım yeterince karmaşık degil mi yazmak için? Bence evet, karışık, ama fazla karışık. Anlatamayacak kadar çok karışık. Duygu ve düşüncelerim sürekli bir değişim halinde. Herkesin geçirdigi değişimden çok daha hızlı değişiyor olmalı ki ben kendim bile yetişemiyorum bu degisime. Bir duyguyu yazmaya baslarken o duygu geciveriyor belki de ve ben duygusuz yapayalnız kalıyorum kalemimle. Yazacak hiçbir şey kalmıyor geriye. Hikaye sonsuz kalıyor. Yarım. Aynı kendimi o anda hissettiğim gibi. Eksik. Gerisi gelmiyor. Bunu nereye bağlayacagımı da bilmiyorum. Planlayamıyorum, çünkü bunu yazmayı bitirdigimde nasıl hissedeceğimi şimdiden kestiremiyorum… Bir sonuca bağlanmalı mı peki? Şart mı bu? Bundan da tam olarak emin değilim. Okuduğum hemen her öykünün veya herhangi bir şekilde algıladığım, iyi veya kötü bir sonucu var. Gerçi o konuyu da çok iyi anlayamıyorum. Öyküler bitmez ki gerçek hayatta… Hiç bitmezler. O halde kağıt veya başka bir medyum üzerindeki öyküler nasıl sonuçlanıyor? Eh öyle veya böyle bir yerde bitmek zorundalar da ondan. Bir insan bir öyküyü sonsuza dek okuyamaz elbette. Öykünün imkansızlığından olmasa bile, insan sıkılıp atar öyküyü… Galiba anladım: Insanlar okudukları öykünün gerçek sonucunu öğrenmek istemedikleri için öyküler bitiyor. Gerçek sonu kendileri yazmak daha çok hoşlarına gidiyor. Akıllarında kaldığı şekliyle bitmesi daha mutlu ediyor onları. Fazla uzayınca hemen sıkılıyorlar çünkü hayal kırıklığına uğruyorlar onların istediği şekilde ilerlemediği için hikaye… Ancak simdi anlatacağım hikayenin sonu olmayacak fakat herkes sonunu aynı hayal edecek böylece mükemmel bir hikaye olacak. Nasıl mı olacak diyorsunuz? Eh bunu ben şimdiden bilemem değil mi? J

  • Digg
  • Del.icio.us
  • StumbleUpon
  • Reddit
  • RSS
Read Comments