Melankolik



Aynada kendine öylece baktı durdu bir süre. Kendi kendisiyle uzun uzun bakıştı. Yuvarlak gözleri kocamandı. Kirpikleriyse seyrek ve upuzundu. Uzun sarı hafif dalgalanan saçlarına gözleri takıldı sonra. Darmadağınıklardı. Elinin altındaki fırçayı yakaladığı gibi saçlarına saldırdı. Taradı, taradı… Tararken gözlerini kapadı ve hiçbir şey düşünmedi. Durduğunda saçları elektriklenmişti, ama yumuşacıktı. Sonunda onları örmeye karar verdi. Tepeden başlayıp en uca kadar tek bir örgüyle ördü onları. Tepedeki saçları her zaman olduğu gibi fırladı ama bu sefer fazla önemsemedi onları. Eline geçen bir firketeyle onları da tutturuverdi. Görüntüsünden memnun sayılırdı artık. Kirpiklerine rimel sürdü biraz. Artık hazırdı. Üstüne her gün giydiği hırkasını giyip çantasını alarak odadan dışarı çıktı. Geri girdi sonra odaya; güneş gözlüklerini unutmuştu.
Otobüs durağına doğru yürürken çizgilere basmamaya özen gösterdi. Çocukluğundan beri yapardı bunu. Hiç vazgeçmeyecekti de büyük ihtimalle. Durağa vardığında bekleyen bir sürü kişi olduğunu fark etti. Bu durumdan hiç hoşlanmadı çünkü gelecek otobüsün çok kalabalık olacağına dair bir alametti bu. Kalabalık otobüslerden nefret ederdi. Yine de beklemeye devam etti. Bekledi, bekledi. Otobüs gelmiyordu. Acelesi yoktu gerçi ama beklemekten de hoşlanmazdı hiç kimse elbette. Sonunda geldiğinde haklı olduğunu gördü. Otobüste adım atacak yer yoktu ve az önce birlikte beklemekte olduğu insanlar kendilerini arka kapılardan içeri tıkmaya bakıyorlardı. O ise hiç oralı olmadı ve duraktan uzağa doğru yürüyerek bir taksi çevirdi.
Taksiciye adresi söyleyerek arkasına yaslandı ve hiçbir şey düşünmeden oturdu öylece. Takside günün sevilen şarkıları çalınıyordu. Her zamanki saçma sapan sözlere saçma sapan müziklerin yazıldığı uyduruk pop müziklerinden. Yol boyunca yolu izledi. Geldiğinde parayı verdi ve para üstünü her zamanki gibi elli kuruş eksik alınca içinden söylendi ama adama bir şey demedi. Taksiden inip geldiği yere baktı şöyle bir. Güneş gözlüğünü çıkararak merdivenleri çıktı.
Anneannesini her zamanki yerinde buldu. Bu sefer yalnız değildi. Başka yaşlı bir amcayla hafifçe sohbet ediyordu.
“Ah, canım benim, sen mi geldin?” dedi onu görünce. Eğilip anneannesine kendini iki yanağından ıslak ıslak öptürdü. “Otursana kuzucuğum,” diyerek yanındaki boş yere pat pat vurdu. Oturdu o da.
“Bak Hikmet Bey’ciğim, küçük torunum bu işte,” diye bir nevi tanıttı onu.
“Merhaba kızım,” dedi Hikmet Bey.
“Merhaba efendim,” dedi o da.
“Adın ne senin, bakayım?” diye sordu Hikmet Bey. Cevap veremeden anneannesi atıldı.
“Ah kuzucuğum onun adı da Neval.” Çok hoşuna gidiyordu torununun adının da kendi ismi olması. Her yerde gururla söylüyordu, “bu da torunum Neval,” diye.
“Ah, canım benim. Ne güzel,” dedi Hikmet Bey. “Ben sizi biraz yalnız bırakayım da konuşun.”
“Akşam görüşmek üzere, Hikmet Bey’ciğim,” diye uğurladı anneannesi onu.
Neval’i çok özlemişti. Fazla belli etmemeye çalışırdı ama en çok onu severdi. Sırf adı aynı olduğu için de değildi ayrıca. Ona karşı nedenini bilmediği özel bir sevgisi vardı nedense.
“E, kuzucuğum, anlat bakalım…” dedi yüzünü okşayarak.
“Ne anlatayım, anneanne?” dedi.
“Ne oldu yavrucuğum, keyifsiz misin?”
“Yo, neden?”
“Bir durgunluk var üzerinde…”
“Bilmem, biraz halsizim galiba.”
“Aman üşütmüş olmayasın kuzucuğum, kendine dikkat et, e mi?”
“Olur, anneanne…”
“Bak sana bahsettiğim Halime Hanım şu hanımefendi işte…”
“Halime Hanım kim, anneanne?”
“Bahsetmiştim ya kuzucuğum, hani senin yaşında oğlu olan… sizin okula giden…”
“Ha, o mu?”
“Evet ya… Hukuk okuyormuş. Tanışmadın mı sen hala onunla?”
“Nereden tanışayım, anneanne… Koskoca okul!”
“Tamam canım, kızma… Bir gün burada tanışırsın.”
İtiraz etmedi Neval. Alışkındı bunlara. Hiç hali yoktu tartışacak.

DEVAM EDECEK

  • Digg
  • Del.icio.us
  • StumbleUpon
  • Reddit
  • RSS
Read Comments

0 yorum: