Bir Anıdan Kaçış

Yürüyordu. Ne zamandır yürüyordu, nereye yürüyordu, bilmiyordu veya unutmuştu. Amaçsızca yürüyordu onu taşıyan itaatkar ayaklarıyla. Belki bir planı vardı ama beyni bomboştu o an, bembeyaz bir sayfadan ibaretti. Nöronları ne yapacağını bilmez bir halde oradan oraya dolanıyordu kafasının içinde tıpkı kendisi gibi.

Belki de birinden veya bir şeyden kaçıyordu. Bu olasılık mantıklı geldi bir an. Teninde kıpırdanan tedirginlik ve şaşkınlık hislerinden arta kalanların açıklaması bu olabilirdi. Gel gör ki, net düşünemiyordu bir türlü. Allak bullaktı. Sebebini bilse belki bu muallaklık halkası kopacaktı, belki amaçsız marşı biteceki, ama bir türlü çözemiyordu istikrarla kaçışının sebebini. 

Bir şey aramadığı kesindi. Bu Allah'ın unuttuğu uçsuz bucaksız otlakta ne arıyor olabilirdi ki. Belli ki uzun yoldan gelmişti buraya; sadece uzaklaşmak için, huzur bulmak için. Son hatırladığı şey Sertab'ın yüzüydü. Ne kadar yakındı. Sonra... Sonrası yoktu, olamazdı. Olmamıştı.

Anısını dışladığını fark ediyordu ama inanması güç geliyordu ona. Çok uzak bir dünyada ona çok uzak insanların yaşadığı bir anıymış gibiydi. Onun beynine bir virüs gibi sızıp kontrol altına almaya çalışan bir anıymış gibi geliyordu. Beyni de bu sahtekar anıyı korumacı bir tavırla kafasından def etmeye çalışıyordu zaten. İçinde bir yerlerde ise, isyan hissi vardı bu anıyı seven ve def etme kararını adaletsiz bulan, karşı koyan. Neden gitmeliydi ki? Anıyı yaşarken pek de şikayetçi değildi ondan. Gayet mutlu ve barışıktı onunla. Çok doğru gelmişti ona, doğal gelmişti yaşarken. Öyle olması gerekiyormuş gibiydi... Ama olmamalıydı işte. Patron oydu ve kararı kesindi. Anının vücudunda işi yoktu. Nereye giderse gitsindi. 

Verdiği kararla daha bir hınçla yürüdüğü için ayaklarından cılız bir isyan çığlığı yükseldi. Kırmızı Converse giymiş ayaklarına baktı yürümeye devam ederken.

"Şikayet etmeye hakkımız yok, dostlarım," diye onları sakinleştirmeye çalıştı yavaş bir sesle. "Durmaya hazır olana kadar yürümeye devam edilecek." Nedense bugün talepkar bir ruh hali içindeydi vücuduna karşı. Bunu fark edince sözlerine rağmen ayaklarının haline acıyarak çaktırmadan yavaşladı. 

Hava hafif serinlemişti. Ürperen kollarını okşadı ve bir anının daha dejavusuyla ellerini elektirik çarpmış gibi geri çekti. Yeşil, hareli gözlerini grileşmiş ufka dikti ve kısık gözlerle ufku taradı. Güneş umut verici yüzünü göstermeden etrafa sönük bir ışıltı yayıyordu bugün. Kaçıp geldiği yer nedense ona aradığı huzuru vermekten acizdi. Hava esintiliydi, karamsardı ve etraftaki uzun otlarda onu yutacakmış gibi tehditkardı gözünde. Onu daha da tedirgin ediyordu burası. Oysa kaçtığı yer öyle barışçıl, öyle sıcak, öyle umut doluydu ki; oradan buraya kaçanda akıl aramak makul gelmiyordu şimdi gözüne.

Bu düşüncelerle zınk diye durdu ve çaresizce etrafına bakındı. Annesini pazarda kaybetmiş bir çocuğun korkusunu hissetti bu yalnız diyarda. Hayretle gözlerinde yaşların biriktiğini fark etti. Silmeye teşebbüs etmedi. Zaten rüzgar onları havaya dağıttı bir iki an sonra. Gri gökyüzünün bütün renkleri pastelleştirdiği bu dünyada yanağının pembeliği de solgun bir liladan ibaretti. 

Kahretsin kaltağı şimdiden özlemişti. Kıvır kıvır, uzun karışık saçlarını, fırçayla çiziverilmiş gibi duran uçuk pembe dudağını ve içinde binbir renk barındıran ışıltılı gözlerini... Daha önce de düşünmüştü onu bilinçaltında bir yerlerde, bir zamanlarda; yalnızca farkında olmamıştı. O başlatana kadar. Hayır, o başlatmamıştı aslında. İkisi de suçluydu. Şimdi fark ediyordu. Suçlu da denemezdi aslında, yanlış kelimeydi. Hisleri karşılıklıydı, daha doğru bir tanımlamaydı. Niye suçlu olsunlardı ki bunu için? Niye kaçsındı ki var olmayan bir suçun kalıntılarından?

Ayakları geri dönmek için yalvarıyorlardı şimdi de. Tekrar harekete geçmek için bir çocuk gibi eteğinden çekiştiriyorlardı diğer ayak çiftini bulmak için. Bu sefer ayaklarından itaat talep etmedi. Tam tersi, o onlara itaat etti ve topuğunun üzerinde dönerek koşmaya başladı. Gri ufka sırtını vererek, her ayak darbesiyle göğü sarsarak koştu, koştu... Koşunca kısalan mesafe gözünde büyüttüğü yürüme mesafesine oldukça tepeden bakıyordu, çünkü arabasına ulaşmıştı bile. Direksiyonun arkasına atlayıp arabayı umutsuzluklar vadisinden uzaklara sürdü. Onu kim bilir nasıl bir hüsranın içine sızmış umut kırıntısıyla bekleyen güzel Sertab'ın yanına geri sürdü. Gözlerinden mutluluk göz yaşları akarak sürdü. Zamanı geri alıyormuş gibi hissetti geldiği yolları gerisingeri iki kat hızla dönerken. 

Sonunda amaçsız kaçışına başladığı noktaya geri gelmişti. Araba camının çerçevelediği Aşk'a baktı. O da onu fark etti ve incilerini gösterdi. Aşk'ı izlerken o da dayanamayıp yaşlarının arasından gülümsedi ona. Aradaki cama dayanamayarak arabadan atladı ve Sertab'la yüz yüze geldi. Artık umrunda değildi kimin ne düşündüğü.

İkisi de birbirlerine aynı anda hamle edip sarıldılar. Umutlarını birbirlerine bulaştırmak istercesine uzun uzun öpüştüler.

Olmak istediği yerde ve anıdaydı artık Gizem.

  • Digg
  • Del.icio.us
  • StumbleUpon
  • Reddit
  • RSS
Read Comments

0 yorum: